Şiirler


(Beyaz Düşsel Kanatlar adlı yeni kitabımdan)
Öyle git sevdiğine

Önce kendine açıkla
yüreğinin kayalıklarında çatlayan dalgaları
ve ezilip ufalmasını varlığının yokluklar içinde,
sonra karanlık ve yağmurlu bir günde
neden göğü ellerinle ikiye ayırmak istediğini açıkla ona.

Önce kendi varlığında tanımla aşkı,
bir aynaya bakarcasına bak sende yansıyan ruha,
sonra eline al o aynayı da öyle git sevdiğine.

Özenle büyüttüğün bütün sözcükleri
bir gül goncası sunarcasına sun 
ve bir yağmur damlası olsun o gülün üzerinde.

Sonra yılların örselediği ruhunu
ateşten sınavlara hazırla.
Yeniden.
24 Mayıs 2001
Rengarenk yağmur

Mavi bir yağmur yağıyor
akşamın yalnızlığına.
Kasırga artığı bir yağmur bu,
Kızılderili hoganlarından gelen bilgelikle
Sessizce
düşüyor evler üzerine.

Tüylerin ve dumanın soluğunu
yüreklere işleyen
yeşil bir yağmur bu.

Barışçıl ve eflatun bir yağmur bu.
Bir ürpermeyle değiyor tenimize,
silinmez izler bırakıyor
aşkların terk ettiği yerde.
10 Temmuz 2001
Bir avuç közü tutmak

Bir avuç közü tutmak gibi
uzakta olmak, özlemek seni.

Bu beden ve bu ruh
kavrulur bir akşam serinliği beklentisinde.
Ne bir ses gelir,
ne bir kuş öter,
ne de havanın titreşimleri
aşabilir bunca uzaklığı
ve erişir bana...

Bir avuç közle yüzümü yıkamak gibi
uzakta olmak, özlemek seni.

Kimi an öyle yakınsın ki
elimi uzatsam eline değer sanırım,
ama elim ateşe değer.
Kimi zaman bir fısıltıyı sürükler pencereme rüzgar
adımı söyler ve “nerdesin” der...

Dışarda yağmurlu ve fırtınalı
şimşeklerin aydınlattığı bir gece,
açarım penceremi, biraz serinlik umuduyla
ama seni özlemek alev rüzgarları estirir odamda

Seni özlemek ebabil kuşları
közler yağdırır korunaksız varlığıma.
10 Temmuz 2001
Bahara İzin

“Bahar geldi” diye yazdım içerdeki arkadaşa.
Dedim ki “tomurcuklanan yapraklar
gelecekten bir müjdeyi taşıyorlar
incecik kanatlarında.”
Dedim ki “çiçeklerin rengi yansıyor yüzümüze,
konuşkan kuşların sesi yüreğimize”

Bunları yazdım ve arkadaşımı düşündüm,
on yıllık hapsi ve daha yatılacak olanı....
Dikenli teller, demir kapılar ve beton duvarlar
izin verir mi baharın ulaşmasını
içerdeki arkadaşa?
Nisan 2002

Aşka dokunamaz tetiğe dokunan eller
İsrail’e
Kanla yoğrulan harç sıva tutmaz,
sıva tutmaz kanla yoğrulan harç.
Kana bulanan eller aşka dokunamaz,
aşka dokunamaz kana bulanan eller

Kanla sulanan topraklarda buğday bitmez,
buğday bitmez kanla sulanan topraklarda.
Ölümle elde edilen ovalara gün ışımaz.
gün ışımaz,
ışımaz gün
ölümle elde edilen
ovalara.

Yoğuramazsın ekmeğinin hamurunu kanla,
Öldüre, öldüre yaşam kuramazsın.
Kökünden koparsan da zeytin ağaçlarını
bir adım yer açamazsın kendine
insan olmanın beldesinde.

Kanla sulanan topraklarda buğday bitmez.
Aşka dokunamaz tetiğe dokunan eller,
tetiğe dokunan eller
aşka dokunamaz
dokunamaz
aşka.
9 Haziran 2002

Dünya savaşı seyrediyor

‘Savaşın bilançosu dünyayı utandırıyor’(*) diyor bir İngiliz gazetesi
Dünya, o kaltak orospu, o kaltak pezevenk
O iki yüzlü utanmaz şarlatan
Kendi içindeki küçük ve büyük şeytanların kuklası
Seyrediyor o kocaman stadyumunda
Bombaların yağmasını
Küçücük çocukların üzerine, evlerin üzerine
Kadınların, otların, çiçeklerin,
Kedilerin, sokak köpeklerinin

Dünya, o gözü doymaz kahpe
Koşuyor küçücük bir ekmek kırıntısının,
Küçücük bir iktidar kırıntısının peşinde
Bombalar yağarken masum çocukların, çiçeklerin, ağaçları ve kedilerin üzerine
8 Ağustos 2006
(*) Independent, 9 Ağustos 2006, İsrail’in Lübnan saldırı için

Dağ lalesine çağrı

‘Şuur yükseldikçe ıstırap artar’ diyor Schopenhauer.

Dağların en erişilmez yamaçlarında açan dağ lalesi
duyuyor musun o yükseklikte
yüreğimin ıstırabını
rüzgâr kayalara tüm gücüyle yüklendiğinde?

Şehirlerin en yoğun kavşağına dikilen lale
duyuyor musun o yoğunlukta
yüreğimin ıstırabını
arabalar seni kuşattığında?

Küçük titrek yürek,
elinden tutacak olsam
gelir misin benimle sonsuzluğa,
hiçliğine ölümün?
10 Ağustos 2006

Ah aşk…

Ah aşk,
bütün yollarımı kapatıyorsun,
şaşkın bir güvercine çeviriyorsun
dolu sağanağı altında beni.

Ah aşk,
kırıp dalımla bütün bağlantılarımı
beni sararmış bir yaprağa döndürüyor,
fırlatıyorsun önüne rüzgârın.

Ah aşk
beni kul köle kılıyorsun ona,
kızsam da, öfkelensem de
yalnızca sevgi sözcükleri için
aralanıyor dudaklarım.

Ah aşk, ruhun ve bedenin uslanmaz şeytanı,
tırnaklarınla kanatsan da kollarımı, bacaklarımı
yine de ‘beni rahat bırak’ diyemiyorum sana.
10 Ağustos 2006